Dinin tarih boyunca insan yaşamı üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Kuran, İncil ve Tevrat insan yaşamının değeri ve öldürme eylemi üzerine çeşitli öğretiler içerir. Bu öğretiler, farklı bağlamlarda öldürmeyi kimi zaman yasaklamış, kimi zaman ise meşru görmüştür. "Öldürmeyeceksin" emri İncil'de insan yaşamının değerini açıkça ortaya koyar. "Kim bir insanı, bir cana veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir" (Maide 5:32) ayeti belli istisnai durumların varlığını gözeterek öldürme eylemini yaşamın değerini göz önünde bulundurarak yasaklar.
Çağdaş bir filozof olan Plantinga'ya göre öldürme eylemi, , Tanrı'nın mutlak iyiliğine ve adaletine aykırıdır ve bu nedenle ahlaken yanlıştır. Plantinga, Tanrı'nın varlığının ahlaki yasaların temelini oluşturduğunu ve bu yasaların ihlal edilmesinin hem teolojik hem de etik açıdan kabul edilemez olduğunu belirtir.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, belirli durumlarda öldürme eylemini meşru kılabilecek istisnalar da bulunur. Kuran'da Bakara suresi 190. ayette savaş durumlarında ve meşru müdafaa hallerinde öldürmeye izin veren ayetler bulunur. Hristiyanlıkta Aziz Augustine ve Thomas Aquinas gibi teologlar, "adil savaş" teorileriyle belirli şartlar altında savaşın ve dolayısıyla öldürmenin meşru olabileceğini savunmuşlardır.
Bu bağlamda, dini öğretilerde öldürme eylemi, insan yaşamının değerini göz önüne alarak yasaklanmış fakat yine bu değerli hazineyi korumak için istisnai şartlar sunulmuştur.
İslamda insan canı gibi değerli birşeye karşı işlene suçun yani cinayetin cezası Bakara Suresi 178. ayette "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı" denilmektedir. Bu adaletin sağlanması için suça denk bir cezanın verilmesini öngörür. Yani öldürenin öldürülmesini.
Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin" (Matta 5:44) ilkesiyle hareket eden Hristiyanlarda. Cinayetin cezası için eski ahite başvurulur. Eski Ahit'te (Tevrat) cinayet için ölüm cezası öngörülmüştür: "Kim bir adamı öldürürse, kendisi de öldürülecektir" (Levililer 24:17).
Dini metinler ve hukuki uygulamaları, öldürmeyi toplumun en ağır suçlarından biri olarak tanımlar ve bu suça karşı ağır cezalar öngörür. Bu uygulamalar cinayetin toplumsal düzen üzerindeki etkisini en aza indirmeyi ve insan yaşamının kutsallığını korur. Dinin bu konudaki ortak noktası, insan yaşamının değerinin ve korunması ilahi adaletin bir yansıması olarak görülmesidir.
Değerli ve kutsal olan canın kaybetmesiyle gerçekleşen ölüm İslam'da, dünya hayatının sonu ve ahiret hayatının başlangıcıdır. Kuran'da, "Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz" (Ankebut 29:57) ayeti, ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ve insanın ilahi adaletle yüzleşeceğini belirtir. Hristiyanlıkta ölüm, insanın Tanrı'ya kavuşma sürecinin bir parçasıdır. İncil'de "İsa ona, 'Diriliş ve yaşam Ben'im' dedi. 'Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır'" (Yuhanna 11:25) denir. Bu ölümün bedenin sona ermesi ama ruhun Tanrı ile birlikte ebedi yaşamı sürdürmesi demek olduğu anlamına gelir. Yahudilikte ölüm, Tanrı'nın bir planının parçası olarak kabul edilir. Tevrat'ta "Toprağa döneceksin; çünkü ondan alındın" (Yaratılış 3:19) ifadesi, insanın fani doğasını ve ölümün doğal bir süreç olduğunu vurgular.
Din, ölümün yalnızca fiziksel bir son olmadığını, aynı zamanda ruhsal bir dönüşüm ve yeni bir başlangıç olduğunu belirtir. Bu perspektif, ölümün mahiyeti ve ontolojisi konusundaki anlayışları derinleştirir. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi ilahi dinlerde, ölümün bir son değil, ilahi plana uygun bir geçiş olduğu vurgulanır.
Peki bu geçiş bir başka insanın eliyle olunca neden kötüdür? Ölüm, Tanrı'nın belirlediği doğal bir süreçtir ve her canlının yaşam süresi Tanrı'nın iradesine bağlıdır. Öldürme eylemi ise, bu doğal sürece insan eliyle müdahale etmek ve Tanrı'nın mutlak adaletine ve düzenine karşı bir isyan olarak kabul edilebilir. İnsan eliyle gerçekleşen ölüm de Tanrı'nın iradesine dahil olabilir, ancak bu, insanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Plantinga, "Tanrı, ahlaki yasaların kaynağıdır ve bu yasaların ihlali, Tanrı'nın mutlak iyiliğine ve adaletine aykırıdır" der. Bu bağlamda, insanın ahlaki yükümlülükleri, Tanrı'nın emirlerine uymayı gerektirir.
İlahi buyruk teorisine göre ahlak yasaları Tanrı tarafından belirlenmiştir ve bu yasalar, insan davranışlarının doğru veya yanlış olduğunu belirler. Bu teoriye göre, "Bir eylemin doğru veya yanlış olmasının nedeni, Tanrı'nın o eylemi buyurmuş veya yasaklamış olmasıdır." Bu nedenle, öldürme eylemi, insanın ahlaki ve teolojik sorumluluklarına aykırıdır ve Tanrı'nın yaratılış düzenine zarar verir. Plantinga'nın vurguladığı gibi, "İnsanların Tanrı'nın emirlerine uyması, hem ahlaki bir zorunluluk hem de teolojik bir yükümlülüktür." Öldürmenin yanlışlığı, insanın iradesi ve ahlakı ile Tanrı'nın emirlerine uyması gerektiği gerçeğine dayanır ve bu nedenle asla meşru kılınamaz.
Kommentare